Aydınlanma çoğu düşünürün eşitlik, özgürlük ve keyfi gücün kontrolü gibi ideallerle ilgilendikleri bir dönemdir. Bu düşünürler akıl sahibi ve ekonomik açıdan özgür “evrensel” bir insan öznesi yaratmaya çalıştılar. Bu çalışma günümüzde hâkim olan toplumsal cinsiyet rollerinin ve kalıp yargıların köklerini tanımak adına, önemli bir geçiş dönemi olan Aydınlanma’nın cinsiyet anlayışının bir araştırmasını yapmayı amaçlamakta, bu ideallere ulaşıp ulaşamadığını sorgulamaktadır. Evrensel bir insan öznesinin kadınları kapsayıp kapsamadığını irdelemektedir. Çalışmada öncelikle Aydınlanmanın temel kavramsal çerçevesine yer verilmiş, daha sonra dönemin cinsiyetler arasındaki farklılıkları tanımlama çabaları ortaya konulmuştur. Bu çabaların evrensel insanlık doğasını vurgulayan fikirlere uymadığına dikkat çekilmiştir. “Doğa”, “akıl” ve “erdem” gibi kavramlarla ilişkilendirilen dönemin cinsiyet tartışmaları; kadını doğasının zayıflığı, akli melekelerinin noksanlığı ve erdemin taşıyıcısı olarak ele almış ve bu iddialarını bilimsel açıklamalarla meşrulaştırma çabaları etrafında şekillenmiştir. Bu da Aydınlanma’nın kadınların konumu konusunda başarısız olmasına ve tartışmaların kısır bir döngüde kalmasına sebep olmuştur. Ancak çalışmada yine aynı Aydınlanma’nın kadınları cinsiyetin kısıtlayıcı tanımından kurtarmak için nasıl bir pratik sergilediği ve gücün yeniden şekillendirilmesinde hangi katkıları sunduğu da ortaya konulmuştur. Aydınlanma’nın çelişkilerini fark eden Mary Wollstonecraft aydınlanma ideallerinin kadınları kapsayıp kapsamadığı sorgulamaları ile aydınlanmanın fikirsel olarak feminizme zemin hazırlayan yönünü temsil etmektedir. Özetle Aydınlanma’nın kendisini insanlığın ilerlemesinde bir aşama olarak tasavvur etme ve meşrulaştırma yolundaki derin kararsızlıklarına işaret eden çalışma, onun hak iddialarını uygulanabilir evrensel norm ve ilkelere dayandırıp dayandıramadığını sorgulamakta ve bu noktada başarısız olduğunu iddia etmektedir. Ancak aynı zamanda Aydınlanma’nın kadının uyanış sürecindeki ateşleyici rolüne ve günümüz feminizminin bu sürecin tarihsel tezahürü olduğuna işaret edilmektedir.
The Enlightenment represents a period where many philosophers focused on ideals such as equality, freedom, and the control of arbitrary power. These philosophers aimed to create an intellectual and economically free “universal” human subject. To recognize the origins of current gender roles and stereotypes, this study investigates the gender perspective of the Enlightenment as a crucial transitional era, and questions whether these ideals were achieved. The study also whether the concept of a universal human subject encompasses women. The study initially outlines the fundamental conceptual framework of the Enlightenment, followed by efforts to define differences between genders during that era. It was also emphasized that these efforts did not align with ideas highlighting the universal nature of humanity. Gender debates of the era, associated with concepts like “nature”, “reasoning”, and “virtue” depicted women as inherently weak, intellectually deficient, and carriers of virtue, legitimizing these claims through scientific explanations. This, in turn, led to the failure of the Enlightenment in addressing the position of women, resulting in discussions stuck in a vicious cycle. Yet, the study also explores Enlightenment initiatives aimed at liberating women from the confines of restrictive gender definitions as well as its contributions to the transformation of power. Mary Wollstonecraft, recognizing the contradictions of the Enlightenment, highlights the Enlightenment's intellectual aspect questioning whether its ideals encompassed women, laying the groundwork for feminism. In summary, this study points to the profound ambivalence of the Enlightenment in conceiving and legitimizing itself as a stage in human progress, questioning its claims of being based on universally applicable norms and principles and asserting its failure in this regard. However, the study also highlights the role of the Enlightenment as a catalyst in the awakening of women, and stresses that contemporary feminism is the historical manifestation of this process.