Din ile felsefe arasında düşünce tarihi boyunca varlığını hissettirmiş olan gerginlik ve husumet, Aydınlanma felsefesi ve çağdaş felsefeyle birlikte had safhaya ulaşmıştır. Bu gerginlik her iki taraf açısından karşılıklı birbirini tanımama, yetersiz bulma ve hatta zararlı addedilerek reddetmeyle giderek şiddetlenmiştir. Dini doğal nedenlere indirgeyen ya da bilimsel ve felsefi gerekçelerle reddeden materyalist, pozitivist ve ateist karakterli düşünürler bu çatışmanın iyice körüklenmesine sebep olmuşlardır. Aslında mesele, siyasi, toplumsal, ekonomik, hukuki, ahlâki, estetik ve epistemolojik alanda kimin otorite olacağının ve bireyi ve toplumu kimin şekillendirmesi gerektiğinin kavgasıdır. Bu kavgada, materyalist, pozitivist ya da ateist olmayan ve hatta bizatihi dindar/dinli olan ama bahsedilen alanlarda ve din alanında bile aklın ve bilimin mutlak otorite olması gerektiğine inanan düşünürler ayrı bir kanadı oluştururlar. Bu düşünürler de dini otoritelerce sevilmezler ve kendi dinlerini yaratmakla suçlanırlar. Bu düşünürlerin nezdinde hakiki din, bilgi ve erdeme dayanan dindir. Çalışmamızda, bu düşünürlerin temsil ettiği rasyonel/doğal din anlayışını, ağırlıklı Spinoza'nın görüşleri bağlamında ele almaya çalışacağız.<
Tension and enmity between religion and philosophy, as observed through the history of thought, had burst with the Enlightment and contemporary philosophy. On the part of each side, the tension has been intensified and severe due to that they did not recognize each other and also counted each other as incommensurate and refused each other as injurious. The conflict between them has been enormously incited by materialists, positivists and atheists who reduced religion into natural causes or denied it on the grounds of scientific and philosophical reasons. Indeed, what is in question is a quarrel about which camp is to have authority on politics, society, economy, law, aesthetics and epistemology and give shape to in