Klasik mantıkta olumlu önermeler, “bu, şudur” biçimindeki yüklemleme yapısına dayanır. “bu, şudur” biçimi bir şeyin başka bir şey olarak nitelendirilmesi anlamını taşır ve ilk bakışta, bir şeyin, kendinden başka bir şey olduğunu ifade ettiği için özdeşlik ilkesini ihlal eder görünür. Bu ihlali aşmak adına bulunan klasik çözüm konu ve yüklemin belirli bir noktada birleşmesidir. Bu ittihâd çoğunlukla onların haricî varlığı üzerinden açıklanır. Ancak bu çözüm, “Şerîk-i Bârî mümtenîdir” veya “Üçgen şekildir” gibi var olmayan yahut imkânsız nesneler hakkındaki önermeler söz konusu olduğunda yetersiz kalmaktadır. Bu makale, Taftazânî’nin ittihâd noktasını misdâk tezi aracılığıyla yeniden yorumlayışını ele almaktadır. Bu teze göre konu ile yüklem aynı misdâka sahip olmalıdır. Şerhu’l-Mekâsıd ve Şerhu’ş-Şemsiyye’deki tartışmaları incelenerek, bu çalışmada söz konusu tezin önceki çözümleri nasıl birleştirdiği, tefrî (varlık şartı) ilkesiyle ilişkisi ve imkânsız nesneler hakkında bile olumlu yüklemenin nasıl mümkün hâle geldiği ortaya konulmaktadır.
Affirmative propositions in classical logic—typically expressed as “this is that”—seem, at first glance, to run afoul of the principle of identity, since they appear to state that something is other than itself. The standard way of addressing this difficulty was to posit a union (ittihād) between subject and predicate, often explained in terms of their external existence. Yet this account proves inadequate for propositions concerning non-existent or impossible entities, such as “The Partner of God is impossible” or “The triangle is a shape.” This paper examines Taftāzānī’s reformulation of the union point through his thesis of miṣdāq, according to which subject and predicate must coincide in referent. By analyzing his discussions in *Sharḥ al-Maqāṣid* and *Sharḥ al-Shamsiyya*, the study shows how this thesis draws together earlier solutions, relates to the principle of existential import (tafrī), and makes possible affirmative predication even of impossible objects.