Bu makale felsefe tarihinin erken dönemlerinde nefs-beden ilişkisi, Descartes ve sonrasında ise zihin-beden ilişkisi olarak incelenen problem arasındaki benzerlik ve farklılıklara dair çağdaş literatür üzerinden takip edilebilecek tartışmalara bir reaksiyon göstermeyi amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda makalenin ilk kısmında, Antik dönem ya da Orta Çağ filozoflarında nefs-beden ilişkisi olarak incelenen problemin Descartes’tan sonra zihin-beden problemi olarak adlandırılan problemle aynı problem olmadığını savunan araştırmacıların temel iddiaları ortaya konulacaktır. Makalenin ikinci kısmında ise bu araştırmacıların iddiaları eleştirilecek ve Antik-Helenistik dönemde ve Orta Çağdaki nefs-beden ilişkisi problemiyle modern ve çağdaş dönemdeki zihin-beden ilişkisi problemi arasındaki benzerlikler gösterilmeye çalışılacaktır. Makale nefs-beden veya zihin-beden problemi ile bu problemi çözmek amacıyla farklı dönemlerde geliştirilen yaklaşımların problematik bir süreklilik içinde dikkate alınabileceğini ve antik dönemden çağdaş döneme kadar farklı terminolojilerle de olsa takip edebilecek bir ikilik probleminin olduğunun gösterilebileceğini iddia etmektedir.
The present article aims to contribute to ongoing scholarly debates by examining the similarities and differences between the conceptualization of the soul-body relationship in early philosophical traditions and the formulation of the mind-body problem in the post-Cartesian framework. To achieve this objective, the article is organized into two primary sections. The first section presents the central arguments of scholars who assert that the soul-body problem of ancient and medieval philosophy is distinct from the mind-body problem emerging in the modern period. The second section of the article critically evaluates these arguments, highlighting the continuities between the soul-body relationship in ancient-Hellenistic and medieval thought and the mind-body relationship in modern and contemporary philosophy. This article contends that the soul-body and mind-body problems, alongside the various approaches developed across different historical periods, should be understood as exhibiting a problematic continuity. It argues that, despite differing terminologies, a persistent duality problem can be traced from antiquity through to the modern era.