Retoriğin ne olduğuna ve ona kimin, niçin ihtiyaç duyduğuna dair tartışmalar felsefe tarihinin dikkate değer meseleleridir. Aristoteles’ten önceki düşünürler retoriği, yalnızca duygularını harekete geçirmek suretiyle dinleyiciyi manipüle etmeye yarayan bir konuşma biçimi olarak görürler iken Aristoteles ise onu, ikna edimiyle bir şekilde ilgili her bir bireyin ihtiyaç duyduğu bir sanat olarak yapılandırmaktadır. Konuşmacı, konu ve dinleyici olmak üzere üç unsurdan ve konuşmacının karakteri, akıl yürütme ve dinleyicinin duygu durumu olmak üzere üç ikna tarzından oluşan bu yapılandırmada akıl yürütmenin merkezi bir konumda olması Aristoteles’in yaptığı şeyin özgünlüğünü belirgin bir şekilde ortaya çıkarmaktadır. İnsanın ilgilendiği neredeyse her konu veya mesele bir şekilde ikna ile ilişkilidir. Aristoteles’in yapılandırdığı haliyle retorik sanatı makul gerekçelerle iknayı amaçladığına göre, her bir birey gerek birilerini ikna edebilmek gerekse kendisine yönelik manipülatif konuşmalardan korunabilmek için bu sanata bir şekilde ihtiyaç duymaktadır.
Discussions on what rhetoric is and who needs it and why are noteworthy issues in the history of philosophy. While thinkers before Aristotle saw rhetoric as a form of speech that helps manipulate the audience only by activating their emotions, Aristotle structures it as an art needed by every human who deals with the act of persuasion in some way. This structuring consists of three elements as speaker, reasoning, and audience, and three persuasion styles as speaker's character, reasoning, and the emotional state of audience. The centrality of reasoning in this structuring clearly reveals the originality of what Aristotle did. Since the art of rhetoric, as structured by Aristotle, aims to persuade with reasonable justifications, every human in some way needs this art not only persuade the people he speaks to but also to protect himself from manipulative speeches.