Dinî inancın aklî olabilmesi için Essay’de belirttiği çeşitli epistemolojik kriterleri, Hıristiyan inancının aklîliğini savunduğu Reasonablenss adlı eserinde uygulamayan John Locke, Hıristiyan vahyinin otantik olduğu ve hakikaten Tanrı sözü olduğu iddiasını desteklemek için mucize kanıtını destek olarak öne sürmüştür. Mucizenin güvenirliğini ona şahit olanların güvenilirliğine dayandıran Locke’un bu argümanı felsefî açıdan tutarlı olmamakla birlikte pek çok noktadan da eleştiriye açıktır. Sonuç olarak; Tanrı’nın varlığı ve ahlakî önermelere dair bilginin matematiksel kesinlik derecesinde ispatlanabileceğini öne süren Locke’un, Hıristiyan vahyi ve inancının aklî olduğunu ispatlama konusunda fideizm benzeri bir anlayışa meylettiği görülmektedir.
John Locke did not apply the epistemological criteria which were determined in his Essay to the Reasonableness in which he argued reasonableness of Christian belief. Instead, he supported his arguments about authenticity of Christian revelation and being the true words of God, by miracles. His strategy of justifying the reliability of the miracles by basing it to the reliability of witness considered philosophically inconsistent and target of criticism from different aspects. As a consequence; it can be seen that, Locke opinions about the possibility of demonstration of the existence of God and knowledge about ethical propositions as certain as mathematical propositions, deviated to a kind of fideistic approach in arguing the reasonableness of Christian belief and revelation.